Simülakrlar ve simülasyon-özet yer yer yorum
SİMÜLAKR: Bir gerçeklik olarak algılanmak isteyen görünüm.
SİMÜLE ETMEK: Gerçek olmayan bir şeyi gerçekmiş gibi sunmak, göstermek.
SİMÜLASYON: Bir araç , bir makine, bir sistem, bir olguya özgü işleyişbiçiminin incelenme, gösterilme ya da açıklanma amacıyla bir maket ya da bilgisayar programı aracılığıyla yapay bir şekilde yeniden üretilmesi.
Simülakrlar ve Simülasyon (Simulacres et Simulation, 1982) kitabının türkçe çevirisinde Adanır, yukarıdaki üç sözcüğün kelime anlamını -ATILF ve Petit Robert Sözlüğü'nü kaynak gösterekek- kitabın girişinde açıklamıştır, ben de bu raporu hazırlarken, hem kitap içeriğinde sıkça karşılaşılıyor olmasından hem de Baudrillard'ın kuramının temel kavramları olmasından ötürü, girişte aynı açıklamaya yer vermeyi uygun gördüm.
Baudrillard'ın bu kitapta esas tartıştığı konu içinde yaşadığımız toplumsal düzenin -burada 'toplumsal düzen' sözcüğü de tartışma konusu olabilir, nitekim Baudrillard kitapta 'toplumsal'ın 20. yydaki yaşam düzeni ya da sistem içindeki manasını da sorgulamaktadır. - yapı taşlarının gerçekliğidir. Günlük yaşantımızda içli dışlı olduğumuz bir çok alandan örneklerle, gerçeğin simüle edilerek defalarca yeniden üretilmesinin, -bu tekrar etme durumu sonsuzdur- anlamını kaybetmesine, içinin boşalmasına yol açtığını göstermektedir. Burada sözü geçen Simüle etmek kavramı, gerçeğin özüne bağlı kalınarak soyutlanması değildir, aksine Simülasyon gerçeğin köklerinden bağımsız olarak modeller aracılığıyla yeniden üretilmesi anlamına gelir. Baudrillard kitabında bu farklılığı şöyle açıklar:
Gizlemek (dissimuler) sahip olunan şeye sahip değilmiş gibi yapmak; simüle etmek ise sahip olunmayan şeye sahipmiş gibi yapmaktır. Birincisi bir varlığa (şu anda burada bulunmayan) diğeri ise bir yokluğa (şu anda burada bulunmamaya) göndermektedir. Ancak bu olay sanıldığından daha da karmaşık bir şeydir. Çünkü simüle etmek ''-mış'' gibi yapmak değildir. ''Hastaymış gibi yapan kişi yayağa uzanıp bizi hasta olduğuna inandırmaya çalışır. Bir hastalığı simüle eden kişi ise kendinde bu hastalığa ait semptomlar görülen kişidir.''
Baudrillard'ın burada altını çizdiği nokta gerçekle onun simülasyonunun arasında ayırd edici bir fark bulunmayışıdır. Bir gerçekliği göndereninden hiçbir farkı olmayacak şekilde taklit edebilmek o gerçekliğin yerini almak, hatta onun ötesinde ondan daha kusursuz bir hakikat alanı yaratmak anlamına gelmektedir. İşte bu hakikat alanı 'hipergerçeklik' olarak adlandırdığı alandır. Simülasyon bu hipergerçek alanda bir simülakra dönüşür, bir gerçekliğin yansıması olan bir imge olmaktan, bir gerçekliğin yokluğunu gizleyen imge ya da gerçekliğin hiç bir çeşidi ile alakası olmayan kendi kendinin simülakrı olan imge halinde ortaya çıkar.
Bir gerçekliğin yokluğunu gizleyen simülasyonlara örnek olarak koruma altına alınmış bölgeleri verir, batı modern yaşamı için çok doğal bir olgu olan ''koruma altına alma durumu' şeylerin kendi ikizlerini üretmesi olarak yorumlar. -burada yağmur ormanlarının ortasında tesadüfen keşfedilen tasaydalı kabilesini örnek vermiştir, batının modern toplum anlayışında bu örneklere sıkça raslanır. Batı modernizmine bu açıdan bakıldığında 'müze' 'müze'de sergilenme' eylemleri de gönderenleriyle bağlantıları kopmuş, fosilleşmiş, anlamını yitirmiş simülasyonlardır.- Kendisinin dışında bir gerçek olmadığını gizleyen bir diğer simülakrlar 'Disneyland' gibi eğlence alanları, ya da 'Watergate' skandalı gibi skandallardır. Disneyland 'gerçek' ülkenin 'gerçek' Amerikanın bir Disneyland'a benzediğini gizlemeye çalışmaktadır. Bu evrene çocuksu bir görünüm verilmesinin sebebi de Baudrillad'a göre yetişkinlere özgü ''gerçek'' ve başka bir evren bulunduğu düşüncesini onaylatma arzusudur.
Baudrillard gerçeğin yeniden üretilmesini, çağın temel hastalığı olarak yorumlar. Bu bağlamda toplumu oluşturan sistemin parçaları da gerçeğin yeniden üretilmiş simülasyonlarıdır. İktidar artık gerçek bir iktidar değildir, uğruna mücadele edeceği gerçek bir nedeni yoktur, varlığını toplumsal talebe borçludur. Çalışama olgusu da dönüşüme uğramıştır, üretim coşkusu tarihe karışmış, çalışma boş zamanları değerlendirmek gibi 'toplumsal bir talep' nesnesine dönüşmüştür.
Gerçekliğin simüle edildiği, çok fazla anlam üretilen, hatta bu üretim hızının tahayyül edilemeyecek seviyelere çıktığı diğer bir alan da Televizyon'dur. -televizyon kadar olmasada, bütün kitle iletişim araçlarının aynı eylem gücüne sahip olduğunu düşünüyorum- Baudrillard burada bir ailenin günlük yaşamını konu eden bir TV programını örnek vermekte ve yönetmenin şu ironik açıklamasını aynen kullanmaktadır:
Yönetmen: '' Aile sanki biz orada değilmişiz gibi davrandı ve yaşadı'' diyerek kendi kendine böbürlenmektedir. Bu saçma ve paradoksal bir formüldür çünkü ne doğru ne de yanlıştır. Sadece ütopik bir formüldür. 'sanki biz orada değilmişiz gibi'' sözüyle 'sanki siz oradaymışsınız gibi'' sözü aynı anlama gelmektedir. Zaten 20 Milyon seyirciyi baştan çıkaran şey de işte bu paradoks, bu ütopyadır.
Görsel iletişim organlarıyla yeniden üretilen tarih de, toplumun gerçeklikten uzaklaşmasında bir etkendir. Baudrillard'a göre bizler herşeyin Televizyon ve haber dünyasında olup bittiği bir dünyada yaşıyoruz, bu simülasyon dünyasında herşey anlamını yitiriyor, televizyon dizisi Holocauste, yahudi katliyamının anlamını kaybetmesine yol açıtığı gibi herşey ekran üzerinde olup bitiyor, şavaşlar, felaketler, ölümler, ekran üzerinde yaşanıyor. -yaşamıyor da olabilir ancak burada gerçekten yaşanmış olması ya da olmaması arasında artık bir fark kalmamıştır çünkü toplum üzerinde oluşturacağı reaksiyon aynıdır-
Baudrillard burada, simülasyonun etkisi altında toplumun evrensel bir caydırma ve kontrol mekanizması içerisine hapsolmuş olmasına değinmektedir. Toplumsal yaşam sürekli bir tehdit ve tehlike baskısıyla sürmektedir. -Bu noktada Nietzsche nin ünlü sözü 'tanrının ölümünü' hatırlamak gerektiği düşüncesindeyim. Nietzsche tanrıyı öldürdüğünden bu yana orta çağdaki gibi, kötü kusurlu davranışlarımızı öbür dünyada cezalandıracak bir tanrı ortadan kalkmıştır. Bunun yerini batının modern dünyasında, güvenlik çemderinin dışına çıkıldığında 'ölümcül' sonuçlar doğuracak olan terörizm, nükleer felaket gibi caydırma mekanizmaları almıştır.
Batı modernliğinin bir diğer yeni üretim alanı da 'kültür'dür. Yazar bu anlamda, Beaubourg'u (Pompidou) bir kültür kazandırma adına meydan okuyan bir yapı olarak yorumlamıştır. Ona göre yapı: gerek tüm toplumsal ilişkileri temsil eden bir alan olak, gerekse kültürü işleyişi açısından, ileri sürdüğü hedeflerle tamamen çelişki içinde olan, dahice bir modern anıttır. Benzer şekilde reklam dünyasının oluşturğuğu simülakr da kitapta değinilen diğer bir alandır. Reklam: 'satın alıyorum, tüketiyorum, keyif alıyorum' türünden bir ultimatomu sürekli olarak dile getiren, kamusal alana ait her şeye karşı duyarsız kalındığını gösteren, paradoksal bir aşağılama aynası olarak tanımlanmıştır.
Baudrillard, Simülasyon ve simülakrlar kitabında, içinde yaşadığımız sisteme -batı modernizmi, kapitalizm egemenliğindeki toplumsal düzen- köklü bir eleştiri getirmiştir. Bu sistemi tarihsel olarak okuduğunda, 19. yy'ın ya da modernleşmenin gerçekleştirdiği asıl devrimi, görünümlerle dünyanın büyüleyiciliğine son verip onun hiç düşünmeden yorumlanması, 20. yy ya da post-modern sürecin devrimini de muazzam bir anlam kıyımı olarak açıklamaktadır. Bu bağlamda şu an içinde bulunduğumuz durum fokur fokur anlam kaynatan iletişim araçları, fokur fokur toplumsal kaynatan kitleler, sistemin hızlanmasıyla orantılı bir şekilde sonsuza dek büyüyebileceği düşünülen bir kitle. Enerji çıkmazı, Duyarsızlık noktasıdır.
adamın adını bütün saflığımla yanlış öğrenmiş ve metin boyunca yanlış yazmış olmam!
YanıtlaSilbence büyük bir sorun değil. güzel bir özet olmuş, emeğinize sağlık
YanıtlaSil